HİCRET&MEDİNE YILLARI
:: Kültür Ve Sanat Dünyası :: Dersler :: Tarih
1 sayfadaki 1 sayfası
HİCRET&MEDİNE YILLARI
PEYGAMBERİMİZİN MEKKE’DEN MEDİNE’YE HİCRETİ
İslâm tarihinde peygamberimizin Mekke’den Medine’ye göç etmesine “Hicret” denir.
Şirkin, zulmün ve her türlü ahlaksızlığın hükümran olduğu bir devirde Allah Teala insanlara doğru yolu göstermek için sevgili kulu ve Habibi Hz. Muhammed(s.a.v.)’i gönderdi. Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm güneşinin, gün be gün her tarafı aydınlattığını gören müşrikler, müslümanlara akla hayale gelmez işkenceler tertip etmişler, tüyler ürperten zulümlerin tatbiki için planlar hazırlamışlardır. Aldıkları kararla Haşimoğulları ile her türlü münasebetlerini kesmişler, tüm alış-verişleri yasaklamışlardı. Kendilerine ekonomik baskı uygulanan ashab, yiyecek bir şey bulamadıkları için ağaç yapraklarını yemek zorunda kalmışlardı. Hatta Sa’d bin Ebi Vakkas, bir akşam açlığını gidermek için bir deri parçası bulmuş, onu pişirerek yemiştir.
Mü’minler, müşriklerin tüm eziyetlerine katlandılar. İslâm’ın getirdiği inanç ve âkideler uğruna mallarını ve canlarını feda ettiler, fakat İslâm’dan taviz vermediler, küfre rıza göstermediler. Bilal-i Habeşi(r.a.) kızgın kumlar üzerinde süründürülürken ağzından çıkan tek söz “ALLAH BİR!” oluyordu. Ammar İbni Yasir’in annesi Sümeyye(r.a.) lime lime edilip öldürülürken, son sözü “Müslümanım Elhamdülillah” olmuştu. Alemlere rahmet olarak gönderilen yüce Nebî İslâm’ı tebliğ için gittiği Taifte kendisini taşlayanlar için ellerini açıp “İlahi! Gazabına uğramayayım da, çektiğim sıkıntı ve belalara aldırmam. Ya Rabbi! Kavmimi helak etme, onlara hidayet nasib et. Zira onlar gerçekleri bilmiyorlar.” Diye dua ediyordu.
Bir hac mevsiminin girmesi üzerine Medineli Evs ve Hazreç kabilelerine mensup altı kişi İslâm’ı kabul ettiler. Daha sonra birinci ve ikinci Akabe biatları vuku buldu. Medineli bir grup müslüman zorlukta ve kolaylıkta Resûlallah’a itaat edeceklerine dair söz verdiler. Böylece Medine’de kurulacak İslâm Cemiyetinin temeli teşekkül etmişti.
Kafirlerin zulümleri tüm şiddetiyle devam ederken 622 senesinde vahiy yoluyla Hicret’e izin verildi. Müslümanların çoğu Medine’ye gizlice hicret ettiler. Hz. Ömer ise dünya tarihinde eşine rastlanmayacak bir cesaret örneği gösterip “Ben dinimi korumak için Allah yolunda Medine’ye hicret ediyorum. Karısını dul, çocuklarını öksüz bırakmak istiyorsa şu vadide önüme çıksın!” diyerek yola çıktı. Mekke’de Peygamberimizle beraber Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ve birkaç Müslüman’dan başka kimse kalmamıştı. Peygamberimiz bütün güçlüklere rağmen görevini yapmış, peygamberliğinin 13 yılını Mekke’de tamamlamış bulunuyordu.
Müşrikler, Medinelilerin Müslüman olması ve Mekke’deki müslümanların da Medine’ye göç etmesiyle kuvvetli bir İslâm topluluğunun oluşmasından korktular. İslâmiyet’i kökünden yok etmek için “Dâru’n-Nedve” denilen yerde gizlice toplandılar. Ebû Cehil’in teklifi üzerine Peygamberimizi öldürmeye karar verdiler. Bu korkunç kararı uygulamak üzere her kabileden birer genç seçtiler. Seçilen bu silahlı gençler, Peygamberimizin evini kuşattılar ve dişarı çıkmasını beklemeye başladılar.
Müşriklerin gizlice aldığı bu ölüm kararı, Allah tarafından Cebrail(a.s.) aracılığıyla Peygamberimize bildirildi ve hicret etmesine izin verildi. Peygamberimiz, kendi yatağına Hz. Ali’yi yatırarak, evini saran müşriklerin arasından çıktı ve Hz. Ebû Bekir’in evine gitti. Allah, Peygamberini korudu. Eli silahlı müşrikler onu göremediler.
Yol hazırlıkları yapıldıktan sonra, Hz. Peygamber Hz. Ebû Bekir’le birlikte, geceleyin Mekke’ye bir buçuk saat mesafede olan Sevr Dağı’na gittiler ve orada bir mağarada gizlendiler. Sabah olunca Peygamberimizin evden çıktığı anlaşıldı. Bunun üzerine müşrikler her tarafı aramaya başladılar. Peygamberimizi bulana yüz deve mükâfat vermeyi vaadettiler.
Peygamberimizi arayanlar yoldaki izleri takip ederek mağaranın önüne kadar geldiler. Mağaranın girişine bir örümceğin ağ germiş olduğunu gördüler. Mağaranın içine girip aramak istedilerse de içlerinden biri; “İçeriye insan girseydi, burada örümceğin ağı ve güvercinin yuvası olmazdı.” deyince dönüp gittiler. Mağaranın ağzına örümceklerin ağ germesi, orada biten bir ağacın dallarına güvercinlerin yuva yaparak yumurta bırakması birer mucizedir. Yüce Allah, sevgili peygamberini mucizelerle korumuş, mağaranın ağzına kadar gelen düşmanları gizli bir kuvvet geri çevirmiştir.
Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir mağarada üç gün kaldıktan sonra Medine’ye gitmek üzere yola çıktılar. Onları takip etmekte olan Süraka adında bir pehlivan izlerini buldu. Bütün gücüyle atını üzerlerine sürdü. Onlara iyice yaklaştı. Tam bu sırada atının ayakları sürçtü. Kendisi de yere yuvarlandı. Yeniden toparlanarak var kuvvetiyle atını tekrar ileri sürdü. Fakat bu defa atının ayakları dizlerine kadar kuma battı. Olduğu yerde çakılıp kaldı. Gizli bir kuvvet atını geri çekiyordu. Süraka bu durumu görünce korktu. Yaptığına pişman oldu. Peygamberimizden af diledi ve geri döndü. Arkadan gelenlere de:”Ben buraları aradım kimse yoktur.” diyerek onları geri çevirdi. Süraka daha sonra müslüman olmuştur.
Sevgili Peygamberimiz bir hafta süren tarihî yolculuğunu tamamlayarak bir pazartesi günü Medine yakınındaki Kubâ köyüne ulaştı. Burada büyük bir sevgi ile karşılandı. Peygamberimiz burada on günden fazla kaldı. Kubâ Mescidi’ni yaptırdı. Mescid yapılırken mübarek elleriyle taş taşıdı. Bir işçi gibi çalıştı. İslâm tarihinde yapılan ilk mescid budur. Peygamberimizden üç gün sonra Mekke’den ayrılan Hz. Ali de burada Peygamberimize yetişti.
Yüce peygamber, Kubâ’da Cuma namazını kıldıktan sonra Medine’ye hareket etti. Yolun iki tarafı sevgili peygamberimizi karşılamak için sıralanmış halkla dolu idi. Medineliler âdetâ bir bayram havası içindeydiler. O büyük misafiri, şanına lâyık bir şekilde karşılıyorlardı. Peygamberimiz geçerken sağdan soldan, “Buyurun Resûlallah” diyorlardı. Minimini masum yavrular Peygamber’i öven şiirler okuyorlardı. Herkes bu şerefli misafiri evinde ağırlamak istiyor, devesinin yularından tutup “buyurun” diyordu. Hz. Peygamber, kimsenin gönlü kırılmasın, mahzun omasnlar diye arada bir tercih yapmadı, gülümseyerek, “Deveyi kendi haline bırakınız.” Dedi.
Deve önce Neccar oğullarından iki yetime ait bir arsaya çöküp hemen kalktı. İkinci defa olarak Hz. Hâlid Ebû Eyyub Ensâri’nin evinin yanında çöktü. Hz. Peygamber de onun misafiri oldu. Medineliler akın akın gelerek Peygamberimizi ziyaret ettiler.
Hz. Peygamber devenin çöktüğü arsayı satın aldı. Arsanın bedelini Hz. Hâlid verdi. Burada Mescid-i Şerif ve Peygamberimiz’in ikametine has odalar inşâ olundu. Mescid-i Şerif inşa olunurken gerek Muhâcirler ve gerek Ensar canla başla iş gördüler. Bizzat Peygamberimiz taş taşıyarak bu işte yardımcı oldu. Mescid sade bir tarzda yapıldı. Üzerine hurma ağaçlarından bir tavan çatıldı. O zaman kıble Beyt-i Mukaddes olduğundan, kapısı güney tarafına bırakılmıştı. Sonra kıble Kâbe’ye çevrilince mescidde tadilat yapılmış, kuzey tarafından kapı açılmış, mihrap kıble duvar olmuştur.
Medine’de mescid inşâ olunduktan sonra, müslümanları namaz vakti cemaate davet etmek için bir çare düşünüldü. Hz. Peygamber ashâbıyla bu hususta bir müşâvere yaptı. Bazıları boru çalınmasını, bazıları çan çalınmasını ileri sürdüler. Bunlar uygun görülmedi. Ashâb-ı Kirâm’dan Zeyd oğlu Abdullah, ezan şeklini rüyasında gördüğünü söyledi. Hz. Ömer de buna benzer bir rüya görmüştü. Bu suretle Hz. Peygamber ezan şeklini Bilâl-i Habeşi’ye öğreterek, ona ezan okuttu. Böylece ezan, namaz vaktinin girdiğini ilandır ve aynı zamanda din özgürlüğünün bir alâmetidir.
Bilâl’in sesi gayet güzeldi. Mescidin yanı başında yüksek evin damına çıkar, tatlı sesiyle ezan okur, Allah’ın birliğini ilan ederdi.
Mescid-i Şerif’in bir tarafına, evsiz fakirlerin barınması için bir gölgelik yapıldı. Bunun üstü kapalı ise de etrafı açıktı. Kimsesiz garipler burada yatar kalkardı. İş buldukları zaman çalışır, kazanırlardı. Bunlar dâimâ Hz. Peygamberin yanında bulunduklarından Kur’an ve Hadis dinler, öğrenirlerdi. Burası adeta bir ilim yuvası idi. Ashâbın zenginleri bunları gözetirler, yardım ederlerdi.
Mescidin inşâsı bittikten sonra bitişiğindeki odalar yapıldı. Hâne-i Saâdet budur. Bunların yapılması tamamlanınca Hz. Peygamber, Eyyub Ensâri’nin evinden buraya taşındı. Hz. Peygamber kölesi Zeyd’i Mekke’ye göndererek orada kalmış olan zevcesi Sevdâ ile küçük kızı Hz. Fâtıma’yı Medine’ye aldırdı. Kızı Rukiyye Hz. Osman ile hicret etmişti. Kızı Zeyneb’in kocası müşrik olduğundan o gelemedi. Ebû Bekir’in âilesini de oğlu Abdullah getirdi. Böylece Mekke’de nişanlanmış olduğu Hz. Aişe de Medine’ye gelmiş oldu. Mescid’in yanındaki odaların yapılması tamamlanınca,Peygamberimiz, bunlardan birini Hz. Aişe’ye tahsis etti ve hicretten 7-8 ay sonra onunla evlendi. Hz. Aişe o zaman gelinlik çağına girmiş bir genç kızdı. Çok zekî idi.mükemmel bir âile terbiyesi almıştı. Hz. Ebû Bekir’in kızı olduğunu her anlamda ispat etmiştir. Peygamberimizle geçirdiği 9 senelik hayatında ondan pek çok dini meseleler alınmıştır. Fıkıhta yeri üstündür.
Mekke’den gelerek Medine’ye yerleşen müslümanlara “Muhacir”, Medine’nin halkı bunlara elden gelen her türlü yardımı yaptıklarından, onlara da “yardım ediciler” anlamına gelen “Ensâr” denildi.tarihte Muhacir ile Ensâr arasındaki kardeşlik kadar kuvvetli bir bağlantı kurulduğu görülmemiştir. Medineliler, yerlerini, yurtlarını bırakarak gelen Muhacirlere kardeş elini uzatmışlar, mallarına bile ortak yapmışlardır. Onları evlerinde misafir olarak barındırdılar,ekmeklerini onlarla paylaştılar, iş buldular. Böylece onlara, yurtlarından ayrılmanın acısını çektirmediler. Muhacirler ve Ensâr İslâm Tarihi’nde hürmetle anılan iki gruptur. Bu dine onlar çok hizmet ettiler.
Hz. Peygamber, Muhacirlerden her birini Ensâr’dan bir kişiye kardeş tayin etti. Bu kardeşlik din ve neseb kardeşliğinden daha kuvvetli oldu. İhtiyar tarih, birbirine bu kadar candan kaynaşan insanlar görmemiştir.
HİCRETİN SEBEPLERİ
Ayet ve hadislerden çıkan sonuçlara göre hicretin sebepleri “maddî” ve “manevî” olmak üzere ikiye ayrılır:
A- Manevî Sebepler
1-Sevap Elde Etmek: Hicret yolunu seçenler, en başta Allah’ın rahmetini ve verilecek karşılık olan sevapları ummaktaydılar. Bunların Allah katında elde edecekleri derece tüm derecelerin en üstündedir. Çünkü Allah Teâla, inanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselere, en büyük dereceleri vereceğini,onları dünyada güzel bir yere ahirette ise daha güzel bir yere eriştireceğini bildiriyor.
2-Günahtan ve Cezadan Kurtulmak: Kur’an-ı Kerim’de; inançlı olarak hicret eden ve Allah yolunda savaşanlara mağfiret yani Allah’ın bağışlaması sözü verildiği gibi, gerçek mü’minlerin de onlar olduğu açıklanıyor. Burada, imanın yanında hicretin de ne denli önemli olduğu dile getirilmiş oluyor. Demek ki hicret yolunu seçmeyen kimse, bir yandan sevaptan yoksun kalırken, öbür yandan da günahtan arınma fırsatını kaçırmış, ayrıca gerçek inanır(mü’min) kişiler arasına katılmamış oluyor. İnanırın gerçek inanır sayılmayışı önemli bir cezadır.
B- Maddî Sebepler
1-Mekke Ortamının Elverişsizliği ve Hicrete Zorlayışlar: Hicretten önce Mekke, müslümanlar için oldukça sıkıntılı bir yer durumuna gelmişti. Mekke dışında, özellikle Habeşistan’da ve Medine’deyse daha elverişli bir ortam vardı. Buralara hicret için Peygamberimiz hem izin veriyor, hem de özendiriyordu. Yine anlaşılan odur ki, hicret edenler içinde, Mekkeli inanmazlar tarafından hicrete zorlananlar, yurtlarından zorla çıkarılanlar da vardı.
2- Mekke Dışındaki Destek ve Özel Kardeşlikle Özel Miras: Mekke’de sıkıntıda olan müslümanlar için, eğer hicret ederlerse çeşitli maddi yararlar söz konusuydu. Ganimetlerden alınacak paylar, özellikle Medineli inanırlarca sağlanan maddi destekler, bu arada özel din kardeşliğinden doğan miras payları bunların arasındaydı.
a) Ganimet payları: Medine’ye hicret eden Muhacirleri Ensar evinde ağırlamıştı. Bununla da kalmayıp evlerini ve mallarını onlarla paylaşmıştı. Peygamberimizin,Ensara ganimet mallarını Muhacirler ve Ensar arasında paylaştırmayı teklif etmesine rağmen Ensar bunu kabul etmemiş, ganimet mallarının da Muhacirlere kalmasını istemişti. Böylece ganimet malları Muhacirler arasında pay edildi.
b) Bağışlar: Hicret eden inanırlara maddi yardım ve bağışlar yapılmaktaydı. Lütuf ve servet sahibi olan müslümanlar Muhacirlere ellerinden geldiğince yardım ediyorlardı. Öyle ki bir süre sonra Muhacirlerin kimileri, zamanla zenginleşmiş, bu kez başkalarına yardımla yükümlü kılınmışlardır.
c) Özel kardeşlik ile sağlanan yarar ve özel miras: Muhacirlerden her birinin Ensardan biriyle kardeş olması üzerine her iki kardeş müştereken çalışacaklar, elde ettikleri kazancı aralarında paylaşacaklar ve hatta birbirine mirasçı olacaklardı. Herkes bu formülü kabul etti.böylece Muhacirlere başka bir kolaylık sağlanmış oluyordu.
HİCRET NEDENİYLE ORTAYA ÇIKAN ÖZEL DURUM VE HÜKÜMLER
A-Muhacirler-Ensar İlişkileri
1-Özel Kardeşlik(Muâhât) İlişkisi
2-Gelir Dağıtımı, Özellikle Ganimetin Paylaştırılması: Peygamberimizin eliyle oluşturulan karşılıklı sevgi ve dayanışma ve manevî kardeşlik nedeniyle ilişkiler son derece iyiydi. Medineliler, Muhacir kardeşlerini seve seve barındırıyor ve her yönden destekliyorlardı. Muhacirler de olabildiğince yük olmamaya çalışıyorlar, özellikle ticaret alanına kendilerini vererek geçimlerini sağlıyorlardı. Ganimet paylaştırılması da ilk zamanlar sorun olmuyor, belirli bir anlayış içinde yürütülüyordu.ancak sonradan giderek artan gelir kaynakları, en başta ganimet ve zekat yüzünden sorunlar çıkar oldu. “Kalpleri İslâm’a ısındırılanlar(müellefetü’l-kulûb)”a mal varlıklarına bakılmaksızın zekat verilir olması, Huneyn Savaşı’nda yine bu kimselere ganimetten fazla pay verilmesi “Peygamber’in hemşerileri kayırılıyor!” türünden dedikodulara ve kimi rahatsızlıklara neden olmuştu. Ancak, Peygamber’in yaptığı toplantı ve konuşmalarıyla ortalık yatıştırılmış ve yine karşılıklı anlayış sağlanmıştı.
B-Evlilik Konuları
Hudeybiye Barış Antlaşması’nda(627 yılının sonları) Mekke’ye sığınan hiçbir müslümanın iade edilmeyeceği buna karşılık Peygamberimizin kendisine sığınan tüm Mekkelileri, Mekke’deki yetkililerin iade etmek zorunda olduğu hükmü de yer alıyordu. Bu hükme uyularak, Peygamber’e müslüman oldukları için sığınan Mekkeliler(örneğin Süheyl’in oğlu) iade edilmişlerdi. Ancak iade edilenler erkekti. Bu arada Mekke’den kaçıp Peygamberimiz’e sığınan kadınlar da olmuştu. İmanlarını sunmuşlardı Hz. Peygamber’e peygamberimiz, antlaşma hükümlerinin yalnızca erkekler için geçerli olduğunu söyleyerek bu kadınları iade etmemişti.
Gönderilen bir ayetin getirdiği hükme göre, hicret edip gelen kadınların kabul edilebilmeleri için bir sınavdan geçirilmeleri gerekiyordu. Çünkü müslüman olmayan kadın müslüman erkeklere, müslüman kadın ise müslüman olmayan erkeklere haramdı. Bu kadınların sınavlarında bir“andiçme” vardı. Yani kadınlara andiçiriliyordu. Şöyle: “Allah’a andiçerek söylerim ki, ben hicret edip gelirken kocama kızdığım,kin beslediğim için gelmedim. Bir yer değişikliği olsun diye de gelmedim.bir dünyalık elde etmek için de gelmedim. Ben yalnızca, Allah ve peygamber sevgisinden ötürü evimden çıkıp geldim.” Sınavı kazanan ve gerçekten imanlı oldukları anlaşılan kadınlar artık müslümanlar kesiminde(Medine’de) kalabilirdi ve bunlarla evlenilebilirdi.
İslâm tarihinde peygamberimizin Mekke’den Medine’ye göç etmesine “Hicret” denir.
Şirkin, zulmün ve her türlü ahlaksızlığın hükümran olduğu bir devirde Allah Teala insanlara doğru yolu göstermek için sevgili kulu ve Habibi Hz. Muhammed(s.a.v.)’i gönderdi. Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm güneşinin, gün be gün her tarafı aydınlattığını gören müşrikler, müslümanlara akla hayale gelmez işkenceler tertip etmişler, tüyler ürperten zulümlerin tatbiki için planlar hazırlamışlardır. Aldıkları kararla Haşimoğulları ile her türlü münasebetlerini kesmişler, tüm alış-verişleri yasaklamışlardı. Kendilerine ekonomik baskı uygulanan ashab, yiyecek bir şey bulamadıkları için ağaç yapraklarını yemek zorunda kalmışlardı. Hatta Sa’d bin Ebi Vakkas, bir akşam açlığını gidermek için bir deri parçası bulmuş, onu pişirerek yemiştir.
Mü’minler, müşriklerin tüm eziyetlerine katlandılar. İslâm’ın getirdiği inanç ve âkideler uğruna mallarını ve canlarını feda ettiler, fakat İslâm’dan taviz vermediler, küfre rıza göstermediler. Bilal-i Habeşi(r.a.) kızgın kumlar üzerinde süründürülürken ağzından çıkan tek söz “ALLAH BİR!” oluyordu. Ammar İbni Yasir’in annesi Sümeyye(r.a.) lime lime edilip öldürülürken, son sözü “Müslümanım Elhamdülillah” olmuştu. Alemlere rahmet olarak gönderilen yüce Nebî İslâm’ı tebliğ için gittiği Taifte kendisini taşlayanlar için ellerini açıp “İlahi! Gazabına uğramayayım da, çektiğim sıkıntı ve belalara aldırmam. Ya Rabbi! Kavmimi helak etme, onlara hidayet nasib et. Zira onlar gerçekleri bilmiyorlar.” Diye dua ediyordu.
Bir hac mevsiminin girmesi üzerine Medineli Evs ve Hazreç kabilelerine mensup altı kişi İslâm’ı kabul ettiler. Daha sonra birinci ve ikinci Akabe biatları vuku buldu. Medineli bir grup müslüman zorlukta ve kolaylıkta Resûlallah’a itaat edeceklerine dair söz verdiler. Böylece Medine’de kurulacak İslâm Cemiyetinin temeli teşekkül etmişti.
Kafirlerin zulümleri tüm şiddetiyle devam ederken 622 senesinde vahiy yoluyla Hicret’e izin verildi. Müslümanların çoğu Medine’ye gizlice hicret ettiler. Hz. Ömer ise dünya tarihinde eşine rastlanmayacak bir cesaret örneği gösterip “Ben dinimi korumak için Allah yolunda Medine’ye hicret ediyorum. Karısını dul, çocuklarını öksüz bırakmak istiyorsa şu vadide önüme çıksın!” diyerek yola çıktı. Mekke’de Peygamberimizle beraber Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ve birkaç Müslüman’dan başka kimse kalmamıştı. Peygamberimiz bütün güçlüklere rağmen görevini yapmış, peygamberliğinin 13 yılını Mekke’de tamamlamış bulunuyordu.
Müşrikler, Medinelilerin Müslüman olması ve Mekke’deki müslümanların da Medine’ye göç etmesiyle kuvvetli bir İslâm topluluğunun oluşmasından korktular. İslâmiyet’i kökünden yok etmek için “Dâru’n-Nedve” denilen yerde gizlice toplandılar. Ebû Cehil’in teklifi üzerine Peygamberimizi öldürmeye karar verdiler. Bu korkunç kararı uygulamak üzere her kabileden birer genç seçtiler. Seçilen bu silahlı gençler, Peygamberimizin evini kuşattılar ve dişarı çıkmasını beklemeye başladılar.
Müşriklerin gizlice aldığı bu ölüm kararı, Allah tarafından Cebrail(a.s.) aracılığıyla Peygamberimize bildirildi ve hicret etmesine izin verildi. Peygamberimiz, kendi yatağına Hz. Ali’yi yatırarak, evini saran müşriklerin arasından çıktı ve Hz. Ebû Bekir’in evine gitti. Allah, Peygamberini korudu. Eli silahlı müşrikler onu göremediler.
Yol hazırlıkları yapıldıktan sonra, Hz. Peygamber Hz. Ebû Bekir’le birlikte, geceleyin Mekke’ye bir buçuk saat mesafede olan Sevr Dağı’na gittiler ve orada bir mağarada gizlendiler. Sabah olunca Peygamberimizin evden çıktığı anlaşıldı. Bunun üzerine müşrikler her tarafı aramaya başladılar. Peygamberimizi bulana yüz deve mükâfat vermeyi vaadettiler.
Peygamberimizi arayanlar yoldaki izleri takip ederek mağaranın önüne kadar geldiler. Mağaranın girişine bir örümceğin ağ germiş olduğunu gördüler. Mağaranın içine girip aramak istedilerse de içlerinden biri; “İçeriye insan girseydi, burada örümceğin ağı ve güvercinin yuvası olmazdı.” deyince dönüp gittiler. Mağaranın ağzına örümceklerin ağ germesi, orada biten bir ağacın dallarına güvercinlerin yuva yaparak yumurta bırakması birer mucizedir. Yüce Allah, sevgili peygamberini mucizelerle korumuş, mağaranın ağzına kadar gelen düşmanları gizli bir kuvvet geri çevirmiştir.
Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir mağarada üç gün kaldıktan sonra Medine’ye gitmek üzere yola çıktılar. Onları takip etmekte olan Süraka adında bir pehlivan izlerini buldu. Bütün gücüyle atını üzerlerine sürdü. Onlara iyice yaklaştı. Tam bu sırada atının ayakları sürçtü. Kendisi de yere yuvarlandı. Yeniden toparlanarak var kuvvetiyle atını tekrar ileri sürdü. Fakat bu defa atının ayakları dizlerine kadar kuma battı. Olduğu yerde çakılıp kaldı. Gizli bir kuvvet atını geri çekiyordu. Süraka bu durumu görünce korktu. Yaptığına pişman oldu. Peygamberimizden af diledi ve geri döndü. Arkadan gelenlere de:”Ben buraları aradım kimse yoktur.” diyerek onları geri çevirdi. Süraka daha sonra müslüman olmuştur.
Sevgili Peygamberimiz bir hafta süren tarihî yolculuğunu tamamlayarak bir pazartesi günü Medine yakınındaki Kubâ köyüne ulaştı. Burada büyük bir sevgi ile karşılandı. Peygamberimiz burada on günden fazla kaldı. Kubâ Mescidi’ni yaptırdı. Mescid yapılırken mübarek elleriyle taş taşıdı. Bir işçi gibi çalıştı. İslâm tarihinde yapılan ilk mescid budur. Peygamberimizden üç gün sonra Mekke’den ayrılan Hz. Ali de burada Peygamberimize yetişti.
Yüce peygamber, Kubâ’da Cuma namazını kıldıktan sonra Medine’ye hareket etti. Yolun iki tarafı sevgili peygamberimizi karşılamak için sıralanmış halkla dolu idi. Medineliler âdetâ bir bayram havası içindeydiler. O büyük misafiri, şanına lâyık bir şekilde karşılıyorlardı. Peygamberimiz geçerken sağdan soldan, “Buyurun Resûlallah” diyorlardı. Minimini masum yavrular Peygamber’i öven şiirler okuyorlardı. Herkes bu şerefli misafiri evinde ağırlamak istiyor, devesinin yularından tutup “buyurun” diyordu. Hz. Peygamber, kimsenin gönlü kırılmasın, mahzun omasnlar diye arada bir tercih yapmadı, gülümseyerek, “Deveyi kendi haline bırakınız.” Dedi.
Deve önce Neccar oğullarından iki yetime ait bir arsaya çöküp hemen kalktı. İkinci defa olarak Hz. Hâlid Ebû Eyyub Ensâri’nin evinin yanında çöktü. Hz. Peygamber de onun misafiri oldu. Medineliler akın akın gelerek Peygamberimizi ziyaret ettiler.
Hz. Peygamber devenin çöktüğü arsayı satın aldı. Arsanın bedelini Hz. Hâlid verdi. Burada Mescid-i Şerif ve Peygamberimiz’in ikametine has odalar inşâ olundu. Mescid-i Şerif inşa olunurken gerek Muhâcirler ve gerek Ensar canla başla iş gördüler. Bizzat Peygamberimiz taş taşıyarak bu işte yardımcı oldu. Mescid sade bir tarzda yapıldı. Üzerine hurma ağaçlarından bir tavan çatıldı. O zaman kıble Beyt-i Mukaddes olduğundan, kapısı güney tarafına bırakılmıştı. Sonra kıble Kâbe’ye çevrilince mescidde tadilat yapılmış, kuzey tarafından kapı açılmış, mihrap kıble duvar olmuştur.
Medine’de mescid inşâ olunduktan sonra, müslümanları namaz vakti cemaate davet etmek için bir çare düşünüldü. Hz. Peygamber ashâbıyla bu hususta bir müşâvere yaptı. Bazıları boru çalınmasını, bazıları çan çalınmasını ileri sürdüler. Bunlar uygun görülmedi. Ashâb-ı Kirâm’dan Zeyd oğlu Abdullah, ezan şeklini rüyasında gördüğünü söyledi. Hz. Ömer de buna benzer bir rüya görmüştü. Bu suretle Hz. Peygamber ezan şeklini Bilâl-i Habeşi’ye öğreterek, ona ezan okuttu. Böylece ezan, namaz vaktinin girdiğini ilandır ve aynı zamanda din özgürlüğünün bir alâmetidir.
Bilâl’in sesi gayet güzeldi. Mescidin yanı başında yüksek evin damına çıkar, tatlı sesiyle ezan okur, Allah’ın birliğini ilan ederdi.
Mescid-i Şerif’in bir tarafına, evsiz fakirlerin barınması için bir gölgelik yapıldı. Bunun üstü kapalı ise de etrafı açıktı. Kimsesiz garipler burada yatar kalkardı. İş buldukları zaman çalışır, kazanırlardı. Bunlar dâimâ Hz. Peygamberin yanında bulunduklarından Kur’an ve Hadis dinler, öğrenirlerdi. Burası adeta bir ilim yuvası idi. Ashâbın zenginleri bunları gözetirler, yardım ederlerdi.
Mescidin inşâsı bittikten sonra bitişiğindeki odalar yapıldı. Hâne-i Saâdet budur. Bunların yapılması tamamlanınca Hz. Peygamber, Eyyub Ensâri’nin evinden buraya taşındı. Hz. Peygamber kölesi Zeyd’i Mekke’ye göndererek orada kalmış olan zevcesi Sevdâ ile küçük kızı Hz. Fâtıma’yı Medine’ye aldırdı. Kızı Rukiyye Hz. Osman ile hicret etmişti. Kızı Zeyneb’in kocası müşrik olduğundan o gelemedi. Ebû Bekir’in âilesini de oğlu Abdullah getirdi. Böylece Mekke’de nişanlanmış olduğu Hz. Aişe de Medine’ye gelmiş oldu. Mescid’in yanındaki odaların yapılması tamamlanınca,Peygamberimiz, bunlardan birini Hz. Aişe’ye tahsis etti ve hicretten 7-8 ay sonra onunla evlendi. Hz. Aişe o zaman gelinlik çağına girmiş bir genç kızdı. Çok zekî idi.mükemmel bir âile terbiyesi almıştı. Hz. Ebû Bekir’in kızı olduğunu her anlamda ispat etmiştir. Peygamberimizle geçirdiği 9 senelik hayatında ondan pek çok dini meseleler alınmıştır. Fıkıhta yeri üstündür.
Mekke’den gelerek Medine’ye yerleşen müslümanlara “Muhacir”, Medine’nin halkı bunlara elden gelen her türlü yardımı yaptıklarından, onlara da “yardım ediciler” anlamına gelen “Ensâr” denildi.tarihte Muhacir ile Ensâr arasındaki kardeşlik kadar kuvvetli bir bağlantı kurulduğu görülmemiştir. Medineliler, yerlerini, yurtlarını bırakarak gelen Muhacirlere kardeş elini uzatmışlar, mallarına bile ortak yapmışlardır. Onları evlerinde misafir olarak barındırdılar,ekmeklerini onlarla paylaştılar, iş buldular. Böylece onlara, yurtlarından ayrılmanın acısını çektirmediler. Muhacirler ve Ensâr İslâm Tarihi’nde hürmetle anılan iki gruptur. Bu dine onlar çok hizmet ettiler.
Hz. Peygamber, Muhacirlerden her birini Ensâr’dan bir kişiye kardeş tayin etti. Bu kardeşlik din ve neseb kardeşliğinden daha kuvvetli oldu. İhtiyar tarih, birbirine bu kadar candan kaynaşan insanlar görmemiştir.
HİCRETİN SEBEPLERİ
Ayet ve hadislerden çıkan sonuçlara göre hicretin sebepleri “maddî” ve “manevî” olmak üzere ikiye ayrılır:
A- Manevî Sebepler
1-Sevap Elde Etmek: Hicret yolunu seçenler, en başta Allah’ın rahmetini ve verilecek karşılık olan sevapları ummaktaydılar. Bunların Allah katında elde edecekleri derece tüm derecelerin en üstündedir. Çünkü Allah Teâla, inanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselere, en büyük dereceleri vereceğini,onları dünyada güzel bir yere ahirette ise daha güzel bir yere eriştireceğini bildiriyor.
2-Günahtan ve Cezadan Kurtulmak: Kur’an-ı Kerim’de; inançlı olarak hicret eden ve Allah yolunda savaşanlara mağfiret yani Allah’ın bağışlaması sözü verildiği gibi, gerçek mü’minlerin de onlar olduğu açıklanıyor. Burada, imanın yanında hicretin de ne denli önemli olduğu dile getirilmiş oluyor. Demek ki hicret yolunu seçmeyen kimse, bir yandan sevaptan yoksun kalırken, öbür yandan da günahtan arınma fırsatını kaçırmış, ayrıca gerçek inanır(mü’min) kişiler arasına katılmamış oluyor. İnanırın gerçek inanır sayılmayışı önemli bir cezadır.
B- Maddî Sebepler
1-Mekke Ortamının Elverişsizliği ve Hicrete Zorlayışlar: Hicretten önce Mekke, müslümanlar için oldukça sıkıntılı bir yer durumuna gelmişti. Mekke dışında, özellikle Habeşistan’da ve Medine’deyse daha elverişli bir ortam vardı. Buralara hicret için Peygamberimiz hem izin veriyor, hem de özendiriyordu. Yine anlaşılan odur ki, hicret edenler içinde, Mekkeli inanmazlar tarafından hicrete zorlananlar, yurtlarından zorla çıkarılanlar da vardı.
2- Mekke Dışındaki Destek ve Özel Kardeşlikle Özel Miras: Mekke’de sıkıntıda olan müslümanlar için, eğer hicret ederlerse çeşitli maddi yararlar söz konusuydu. Ganimetlerden alınacak paylar, özellikle Medineli inanırlarca sağlanan maddi destekler, bu arada özel din kardeşliğinden doğan miras payları bunların arasındaydı.
a) Ganimet payları: Medine’ye hicret eden Muhacirleri Ensar evinde ağırlamıştı. Bununla da kalmayıp evlerini ve mallarını onlarla paylaşmıştı. Peygamberimizin,Ensara ganimet mallarını Muhacirler ve Ensar arasında paylaştırmayı teklif etmesine rağmen Ensar bunu kabul etmemiş, ganimet mallarının da Muhacirlere kalmasını istemişti. Böylece ganimet malları Muhacirler arasında pay edildi.
b) Bağışlar: Hicret eden inanırlara maddi yardım ve bağışlar yapılmaktaydı. Lütuf ve servet sahibi olan müslümanlar Muhacirlere ellerinden geldiğince yardım ediyorlardı. Öyle ki bir süre sonra Muhacirlerin kimileri, zamanla zenginleşmiş, bu kez başkalarına yardımla yükümlü kılınmışlardır.
c) Özel kardeşlik ile sağlanan yarar ve özel miras: Muhacirlerden her birinin Ensardan biriyle kardeş olması üzerine her iki kardeş müştereken çalışacaklar, elde ettikleri kazancı aralarında paylaşacaklar ve hatta birbirine mirasçı olacaklardı. Herkes bu formülü kabul etti.böylece Muhacirlere başka bir kolaylık sağlanmış oluyordu.
HİCRET NEDENİYLE ORTAYA ÇIKAN ÖZEL DURUM VE HÜKÜMLER
A-Muhacirler-Ensar İlişkileri
1-Özel Kardeşlik(Muâhât) İlişkisi
2-Gelir Dağıtımı, Özellikle Ganimetin Paylaştırılması: Peygamberimizin eliyle oluşturulan karşılıklı sevgi ve dayanışma ve manevî kardeşlik nedeniyle ilişkiler son derece iyiydi. Medineliler, Muhacir kardeşlerini seve seve barındırıyor ve her yönden destekliyorlardı. Muhacirler de olabildiğince yük olmamaya çalışıyorlar, özellikle ticaret alanına kendilerini vererek geçimlerini sağlıyorlardı. Ganimet paylaştırılması da ilk zamanlar sorun olmuyor, belirli bir anlayış içinde yürütülüyordu.ancak sonradan giderek artan gelir kaynakları, en başta ganimet ve zekat yüzünden sorunlar çıkar oldu. “Kalpleri İslâm’a ısındırılanlar(müellefetü’l-kulûb)”a mal varlıklarına bakılmaksızın zekat verilir olması, Huneyn Savaşı’nda yine bu kimselere ganimetten fazla pay verilmesi “Peygamber’in hemşerileri kayırılıyor!” türünden dedikodulara ve kimi rahatsızlıklara neden olmuştu. Ancak, Peygamber’in yaptığı toplantı ve konuşmalarıyla ortalık yatıştırılmış ve yine karşılıklı anlayış sağlanmıştı.
B-Evlilik Konuları
Hudeybiye Barış Antlaşması’nda(627 yılının sonları) Mekke’ye sığınan hiçbir müslümanın iade edilmeyeceği buna karşılık Peygamberimizin kendisine sığınan tüm Mekkelileri, Mekke’deki yetkililerin iade etmek zorunda olduğu hükmü de yer alıyordu. Bu hükme uyularak, Peygamber’e müslüman oldukları için sığınan Mekkeliler(örneğin Süheyl’in oğlu) iade edilmişlerdi. Ancak iade edilenler erkekti. Bu arada Mekke’den kaçıp Peygamberimiz’e sığınan kadınlar da olmuştu. İmanlarını sunmuşlardı Hz. Peygamber’e peygamberimiz, antlaşma hükümlerinin yalnızca erkekler için geçerli olduğunu söyleyerek bu kadınları iade etmemişti.
Gönderilen bir ayetin getirdiği hükme göre, hicret edip gelen kadınların kabul edilebilmeleri için bir sınavdan geçirilmeleri gerekiyordu. Çünkü müslüman olmayan kadın müslüman erkeklere, müslüman kadın ise müslüman olmayan erkeklere haramdı. Bu kadınların sınavlarında bir“andiçme” vardı. Yani kadınlara andiçiriliyordu. Şöyle: “Allah’a andiçerek söylerim ki, ben hicret edip gelirken kocama kızdığım,kin beslediğim için gelmedim. Bir yer değişikliği olsun diye de gelmedim.bir dünyalık elde etmek için de gelmedim. Ben yalnızca, Allah ve peygamber sevgisinden ötürü evimden çıkıp geldim.” Sınavı kazanan ve gerçekten imanlı oldukları anlaşılan kadınlar artık müslümanlar kesiminde(Medine’de) kalabilirdi ve bunlarla evlenilebilirdi.
judocu kezo- Co Admin
-
Mesaj Sayısı : 1086
Yaş : 33
Nerden : KAFESLERDEN
Güç :
Aktiflik :
Ruh Hali :
Takımı :
Kayıt tarihi : 15/02/08
:: Kültür Ve Sanat Dünyası :: Dersler :: Tarih
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz